GÜNÜ ANLAMLANDIRAN CÜMLEMİZ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
halinden memnun olmaktır dedi.
-"O ki, yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yarattı"(Bakara, 2/29).
-"Allah'ın verdiği de, vermediği de imtihandır."
-İnsan, yaklaştığınca yaklaştığından ayrı;
Belli ki; yakınımız yoktur Allah'tan gayrı... Necip FAZIL"Allah haksızlığı yarına bırakır; ama yanına bırakmaz..."
"Dua etme arzusu gelince dua edin. Çünkü bu, duanın kabul olacağına alamettir." Hz. Muhammed (sav)
Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk bir adayıştır, arayış değil. /Hz. Mevlana/
Kusur bulmak için bakma birine,bulmak için bakarsan bulursun.Kusur örtmeyi marifet edin kendine işte o zaman kusursuz olursun. /Hz.Mevlana
29 Mart 2014 Cumartesi
28 Mart 2014 Cuma
EGO
Bir kişide benlikten bir harf kalırsa, o Allah dostu olamaz.
Evet arkadaşlar ego dediğimiz illet ne yazık ki hayatımızın her noktasına nüfus etmiş durumda.Biz farkında olmasak da bizi yöneten bir güç.Bende bir zamanlar esiriydim ne yazık ki.Öğretmeniz ya her şeyi biliriz ya da kimse bize bir öğretemez havalarındaydım.Kimin haddine bana karşı gelmek.Biri bana kaşını eğse sen kim oluyorsun derdim ve bir çoğumuz da der.Görüyorum ki toplumumuz da bu çoğaldı.Birisi birine bir şey söylese sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun tepkisi doğallaşmış durumda.Herşeyin bir sebebi olduğunu bize gelen her tepki de iletişimin her noktasında Allah dan bir mesaj var ve bunun idrakında değil çoğumuz.Biri bize ters bir şey söylüyorsa şunu bilmeliyiz ki ya biz bunu zamanında birine yaptık ya da Allah bize bir şey öğretmek istiyor.Çünkü o kişi Allah istemese öyle konuşamaz.Hatta biz de öyle algılayamayız.Bize ters gelen birşey varsa dönüp bir kendimize bakmalıyız hemen öfkelenmek sadece zarar getirir hem de kendimize zarar çünkü Allah'ın yarattığı sistemde bumerang etkisi vardır.Ne yaparsan sana döner. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem sordu:
"Siz kime pehlivan dersiniz?"
"Yenilmeyen kişiye."
"Hayır, asıl pehlivan, kızgınlık anında öfkesine hâkim olan kimsedir," buyurdu.
İbn Mesûd radıyallahu anh. Müslim.
Evet arkadaşlar ego dediğimiz illet ne yazık ki hayatımızın her noktasına nüfus etmiş durumda.Biz farkında olmasak da bizi yöneten bir güç.Bende bir zamanlar esiriydim ne yazık ki.Öğretmeniz ya her şeyi biliriz ya da kimse bize bir öğretemez havalarındaydım.Kimin haddine bana karşı gelmek.Biri bana kaşını eğse sen kim oluyorsun derdim ve bir çoğumuz da der.Görüyorum ki toplumumuz da bu çoğaldı.Birisi birine bir şey söylese sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun tepkisi doğallaşmış durumda.Herşeyin bir sebebi olduğunu bize gelen her tepki de iletişimin her noktasında Allah dan bir mesaj var ve bunun idrakında değil çoğumuz.Biri bize ters bir şey söylüyorsa şunu bilmeliyiz ki ya biz bunu zamanında birine yaptık ya da Allah bize bir şey öğretmek istiyor.Çünkü o kişi Allah istemese öyle konuşamaz.Hatta biz de öyle algılayamayız.Bize ters gelen birşey varsa dönüp bir kendimize bakmalıyız hemen öfkelenmek sadece zarar getirir hem de kendimize zarar çünkü Allah'ın yarattığı sistemde bumerang etkisi vardır.Ne yaparsan sana döner. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem sordu:
"Siz kime pehlivan dersiniz?"
"Yenilmeyen kişiye."
"Hayır, asıl pehlivan, kızgınlık anında öfkesine hâkim olan kimsedir," buyurdu.
İbn Mesûd radıyallahu anh. Müslim.
GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ ÖFKEYİ YENMEK BU DENLİ ÖNEMLİ.TABİ Kİ YENEBİLMEK İÇİN KALBİN DE AŞK OLMASI LAZIM HERŞEYİN ALLAH'DAN GELDİĞİNE İMAN OLMASI LAZIM.
BUMERANG ETKİSİ DEDİĞİMİZ ATALARIMIZIN NE EKERSEN ONU BİÇERSİN SÖZÜ İLE DE SABİTTİR.HAYATTA MUTLULUĞU ARIYORSAK MUTLU ETMEMİZ LAZIM HEM DE HİÇ KARŞILIK BEKLEMEDEN.İYİLİK BEKLİYORSAK İYİLİK ETMELİYİZ SADECE ALLAH RIZASI İÇİN YİNE ATALARIMIZIN İYİLİK YAP DENİZE AT SÖZÜ ÇOK DOĞRUDUR.BUNLARI ASLINDA HEPİMİZ BİLİYORUZ AMA UYGULAMAK İÇİN ALLAH AŞKINA İHTİYACIMIZ VAR ZİRA O İSTEMESE BİZ KIMILDAYAMAYIZ BİLE.
İŞTE TÜM BUNLARI YAPMAMIZA ENGELDİR EGOLARIMIZ.ONUN FARKINDA OLMALI VE ONUNLA SAVAŞMALIYIZ KIYASIYA YOKSA GÜN GEÇTİKÇE BENCİLLEŞİR VE KİBİRİN YALNIZ KOLLARINDA BULURUZ KENDİMİZİ NEDEN YALNIZ DİYORUM KİBİRLİ VE BENCİL İNSANIN DOSTU OLAMAZ TABİ GERÇEK DOSTDAN BAHSEDİYORUM.KİBİRLİ İNSAN ANLAYIŞLI OLAMAZ.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Öğretin, kolaylaştırın ve güçleştirmeyin! Biriniz kızdığı zaman, sussun!"
İbn Abbas radıyallahu anh. Ahmed.
"Öğretin, kolaylaştırın ve güçleştirmeyin! Biriniz kızdığı zaman, sussun!"
İbn Abbas radıyallahu anh. Ahmed.
BUGÜN BAKTIĞIMIZDA KAÇIMIZ SUSABİLİYOR ÖFKE ANINDA.İŞTE MARİFET ZOR OLANI YAPMAKTA..........
26 Mart 2014 Çarşamba
O'NU TANIMAYA BAŞLIYORUZ
İşte
yüce Yaradan’nın manasını içimde hissedene kadar yıllar geçti.Ama
inanıyorum ki bu süreç beni O’na hazırladı tabi ki çünkü her şeyin bir sebebi
vardır yaşanan her şeyin olması bir amaca hizmet eder.Okuduğum bir dizi kitapla
benim için hayat değişti.Bundan sonra
bakış açım tamamen değişecek ve ilahi nuru gönlümün derinliklerinde
hissetmeye başlayacaktım.O’nu her yerde herkes de her şey de görecek dünyam
aydınlanacak ,içimde derin bir huzur duyacak ve mutluluğu yaşamaya
başlayacaktım.Aydınlanma öncesi sürece zaman zaman geri döneceğiz ama artık
size O’nu anlatmaya başlamalıyım.Bu anlatıma Allah bizden ne ister sorusu ile
başlamak istiyorum zira Allah ı tanıdığımızı düşündüğümüz halde bir çoğumuz
özünde neden O’na inandığımızı neden sevdiğimizi bilmiyoruz .
Allah aslında bizden sadece mutlu
olmamızı istiyor.Zira yüce Yaradanımızın hiçbir şeye ihtiyacı yok ne bizim
kılacağımız namaza ne de tutacağımız oruca ihtiyacı var.O sadece bizim mutlu
olmamızı istiyor.Öncelikle bunun idrakına varmamız lazım bununla ilgili bir
alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum:
ALLAH BİZDEN NE İSTER ? (4)
Aziz kardeşlerimiz;
Sizleri selâmların en güzeli olan Allahû Tealâ’nın selâmı ile selamlıyoruz:
“Es selâmu aleykum ve rahmetullâh ve berekâtuhu”.
Aziz kardeşlerimiz;
Bu sohbet konumuzu da Allah’ın bizlerden, biz insanoğlundan ne istediğine
ayırdık; tabii yine her zaman olduğu gibi Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim ışığı
altında ve de Mehdi (A.S) önderliğinde, O’nun öğretisiyle konumuzu işleyeceğiz
inşaallah.
Aziz kardeşlerimiz;
Allah ile olan ilişkilerimizde unutmamamız lâzım gelen en önemli faktör,
Allah’ın bizlerden ne istediğidir.
Allah bizlerden, yani biz insan oğlundan, Âdem (A.S)’ın zürriyetinden bir
tek şey ister, sadece bir tek şey:
“BİZ İNSANOĞLUNUN MUTLULUĞUNU…
Evet, Allahû Tealâ’nın insanoğlundan ön planda istediği tek bir şey var:
BİZİM MUTLULUĞUMUZ…
Allahû Tealâ’nın bütün insanların mutlu olmasından başka hiçbir isteği
yoktur. Bütün insanları bu saadete, mutluluğa layık olmaları için yaratmıştır.
Hangi şartların içerisinde olurlarsa olsunlar, insanların mutlu olacağını
söylüyor ve mutlu olunması lâzım gelen noktada her şey birleşiyor.
Önce görüyoruz ki, saadet, mutluluk dediğimiz zaman, Kur’ân-ı Kerim baştan
başa bu saadete, mutluluğa göre dizayn edilmiş.
Aziz kardeşlerimiz;
Kur’ân-ı Kerim’i saadet, mutluluk açısından değerlendirdiğimizde,
onun temel esaslarına baktığımız zaman yalnız saadeti, mutluluğu görürüz.
Görürüz ki, Kur’ân-ı Kerim her şeyden önce bir saadet, mutluluk davetiyesidir.
Bir saadet, mutluluk reçetesidir, (saadet, mutluluk anahtarıdır) saadet,
mutluluk taahhütnamesidir ve bir saadet, mutluluk garantisidir.
Öyleyse, Allahû Tealâ’nın indinde insanlar var, Allah’ın sevdiği, kâinatta
en çok değer verdiği, en kıymetli mahluk.
İşte onlar bizleriz, sizlersiniz.
Ve Allahû Tealâ’nın kullarından istediği sadece bir tek şey var: KULLARININ
MUTLU OLMASI…
Allahû Tealâ sizlerden O’nun kulu olmanızı istediği zaman, zannetmeyin ki,
sizden sizin mutluluğunuzdan başka bir şey istiyor.
Allahû Tealâ, sizlerden takva sahibi olmanızı istediği zaman, zannetmeyin
ki, mutluluğunuzdan başka bir şey istiyor.
Allahû Tealâ, sizlerden ne istiyorsa, bunun arkasında sadece tek bir faktör
var; sizlerin saadeti, sizlerin mutluluğu.
Allahû Tealâ, “Biz, insanları bize kul olmaktan başka bir maksatla
yaratmadık” diyor.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım.
Biz, insanların sadece mutlu olmasını istiyoruz, diyor ve Allahû Tealâ’nın
bu dizaynında, bütün insanların mutlu olması asıldır. Onun için, kainatta ve
dünyada ne yaratmışsa insanoğlunun emrine vermiş; eksiksiz noksansız yaratmış
rahat etsin diye.
45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan
minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size
musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için
mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles
semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in
alîm(alîmun).
O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı. Sonra
(kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi.
Ve O, her şeyi en iyi bilen (Alîm)’dir.
Aziz kardeşlerimiz;
Hepimiz için, bütün insanlar için söz konusu olan şey saadete, mutluluğa
ulaşmaksa ve bu, Allahû Tealâ’nın emriyse o zaman biz insanlar, en azından
Allah’ın bu emrini yerine getirmek için, mutluluğa ulaşmak mecburiyetinde değil
miyiz?
Allahû Tealâ’nın insanlar için hedef gösterdiği her şeyin sadece biz
insanoğlunun mutluluğunu sağlamak olduğunu görüyoruz ki, bunu Yüce ve eşsiz
Kitabımız Kur’ân-ı Kerim açık bir şekilde söylüyor.
Ne diyor?
Yaşarken kalben Allah’a ulaşmayı dileyiniz. Kalbi bir dilekte talepte
bulunmamızı istiyor.
Peki, netice ne olacak?
Birinci teslimi yaşamamız ve tamamlamamız, ruhumuzu yaşarken, yani
hayattayken Allah’a teslim etmemiz.
Sonra, fizik vücudumuzu (vechimizi) yaşarken Allah’a teslim etmemiz.
Sonra, nefsimizi yaşarken Allah’a teslim etmemiz.
Sonra, irademizi de yaşarken Allah’a teslim etmemiz.
Aziz kardeşlerimiz;
Allahû Tealâ’ya ruhumuzu yaşarken teslim ettiğimiz zaman, cennet saadeti,
mutluluğu bizim olacak.
Diğer iki emaneti de yaşarken teslim ettiğimiz zaman dünya saadeti,
mutluluğu da bizim olacaktır.
Allahû Tealâ ne buyuruyor? Diyor ki:
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ
hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum
bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar
arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki
Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve
görendir.
“Allah, muhakkak ki emanetleri onların sahibine (yani sahibi olan Allah’a)
teslim etmenizi emreder.
Öyleyse Allahû Tealâ ile olan ilişkilerimizde, bizde emanetlerinin olduğunu
görüyoruz.
Allahû Tealâ,bu emanetleri (ruhumuz, vechimiz, nefsimiz ve irademizi)
yaşıyorken Allah’a teslim etmemizi istiyor.
Niçin?
İlkini teslim ettiğimiz zaman cennet saadetine, mutluluğuna ulaşalım diye.
Diğerlerini de yaşıyorken teslim ettiğimiz zaman dünya saadeti, mutluluğu
da bizim olsun diye.
Aziz kardeşlerimiz;
Her olayın arkasında aynı şey var.
Nedir bu aynı olan şey?
Takva; takva sahibi olmak.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve
namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Diğer hedeflere de yönelmek, ulaşmak bir üst derecede takvayla mümkündür ve
en son takva, bihakkın takva.
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ
temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi
ise aynı onlar) gibi, Allah’a karşı takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a
teslim olun.
Allahû Tealâ’nın istediği her şeyi gerçekleştirmek, sadece bizim
mutluluğumuzu oluşturan bir dizayn içeriyor. Söz konusu olan şey bizim
mutluluğumuz.
Öyleyse hadi gelin bu saadete, mutluluğa beraberce bakalım.
Bu mutluluk bizim için var.
Allah’ın kâinattaki en sevdiği sizler varsınız ve O var, Allah.
Sizlerden istediği ve beklediği tek şey mutluluğunuz.
Şimdi bir düşünelim:
Bizler Allah’a bir iyilik veya bir kötülük yahut bir fayda veya zarar
sağlayabilir miyiz?
Hayır.
Böyle bir şey hiçbir zaman mümkün değildir. O Allah’tır. Her şeyin
sahibidir. Bizim de sahibimizdir ve bizler O’na hiçbir şey yapamayız. Ama O
bizlere çok şeyler yapabilir, biz de kendimize çok şeyler yapabiliriz.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın verdiği mutluluk reçetesini uyguladığımız zaman,
sizin için söz konusu olan şey o saadeti, mutluluğu yaşamak olmalıdır.
“Reçeteyi uygularsak kendimize çok şeyler sağlarız” dediğimiz zaman bunu
kastediyoruz. Reçeteyi uyguladığımız zaman mutlu oluruz. Huzura kavuşuruz.
Allah’ın bizim için hedeflediği sonuca ulaşırız.
Veya reçeteyi tatbik etmeyiz. O zaman reçeteyi tatbik etmiyoruz diye
Allah’a bir kötülük etmiş olmayız. O’na hiçbir tesir icra etmemiz mümkün
değildir; ama kendimize gerçekten kötülük etmiş oluruz.
Aziz kardeşlerimiz;
Allahû Tealâ’nın sizlere verilmiş bir sözü var.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ
ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ
teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu
yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz
şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın
şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
O’na ulaşmayı kalben dilediğiniz taktirde Allah’ın sizlere yardım sözü var.
Evvela cennet mutluluğuna ulaşmamız için, bizim Allah’a yaşarken kalben
ulaşmayı dilememiz, bunu kalpten istememiz lâzım.
Bizler bunu kalben dilediğimiz anda Allah, kalbimizdeki bu dileği hem
görüyor, hem işitiyor hem de biliyor ve bu dileğimizi gördüğü andan itibaren, O
da bizleri kendisine ulaştırmayı mutlaka diliyor. Kanunu böyle koymuş.
Sünnetullah böyle çalışıyor. Allah herkesin mutlu olmasını, saadete ulaşmasını
istiyor.
Öyleyse bütün insanlar için söz konusu olan Allahû Tealâ’nın gösterdiği
hedef, insanların huzuru, saadeti, mutluluğudur.
Allahû Tealâ bütün insanlar için sizlere mutluluğu öğretiyor ve onların
uygulanmasını istiyor. İstediği tek şey bu. Böyle bir huzura, saadete,
mutluluğa ulaşabilmemiz bizim gayretimize bağlıdır.
Etrafınızdaki bütün insanlara dikkatle bakın.
Etrafınızdaki bütün insanlar, sizin için potansiyel bir mutluluk aracıdır.
Onlara mutlu olma vasıtaları olarak baktığınız zaman Allah’ın yardımı başlar.
Onlara kendinizi vakfettiğiniz zaman, hayatınızı insanlara yardım için,
insanlara hizmet için tüketmeye başladığınız zaman, onlara vermiş olduğunuz
mutluluğun en az iki katını siz de hissedersiniz, siz de yaşarsınız.
Bu eşyanın tabiatına uygun bir sonuçtur.
Neden öyledir?
Çünkü, söz konusu olan şey insanların huzuru, saadeti, mutluluğudur.
Ne zaman başkasına bir mutluluk verebilirsek onun yaşadığı mutluluğun
aynını bizde kendi iç alemimizde derhal yaşarız.
Yetmez.
Arkasından ruhumuz, nefsimize bir ferahlık, bir huzur verir. Bu huzuru bir
defa daha yaşarız. Çünkü, Allah’ın temel hedefi başkaları için, başkalarına
hizmet için yaratıldığımızı bizlere hissettirmektir, yaşatmaktır.
Bu ise Allah’a hizmettir.
Aziz kardeşlerimiz;
Ne zaman başkalarına bir hizmette, bir yardımda bulunursanız, onları mutlu
edebilecek olan herhangi bir davranışta bulunursanız, o zaman en güzel şeyi
yaptınız demektir ve insanlar için Allah’ın güzelliklerini sergilediniz
demektir.
İnsanları mutlu edilmeye değer mahlûklar olarak gördünüz demektir.
Mutluluğunuzun sadece ona bağlı olduğunu bir bilebilseydiniz, herkese
yardım etmeyi, insanları mutlu etmeyi mutlak bir hedef olarak
değerlendirirdiniz.
Hiçbir zaman kendinizden yana olmazdınız.
Hep onlardan yana olurdunuz ki, onlar mutlu olsunlar da, siz de onların
mutluluğundan daha fazla mutluluğu yaşayabilesiniz.
Etrafınızdakilere ulaştırdığınız her mutluluk, en az iki kat olarak size
geri dönecektir. Etrafınızdakilere ulaştırdığınız her mutsuzluk , en az üç kat
olarak size dönecektir.
Başkalarına mutsuzluk veren davranışlarınızdan size mutsuzluk ulaşır.
Başkalarına ulaşmış her zerre mutlulukta ise, siz mutluluğu yaşarsınız.
Etrafınızdaki insanlar mı?
Her zaman hazırlar.
Yeter ki siz mutluluk vermek isteyin.
Aziz kardeşlerimiz;
Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, sokağa çıktığınız anda veya eviniz
içerisinde bulunduğunuz anda, etrafınızdaki herkes sizin için onlara mutluluk
ulaştırmanız lâzım gelen varlıklardır.
Bir küçücük sözle, bir gülüşünüzle, her zaman onların gönüllerini
alabilirsiniz. Meselâ tanıyın tanımayın, sokakta gördüğünüz kimselere selâm
verin, bakın ve nelerin değiştiğini gözlerinizle görün.
Her zaman onlara, sizin bir dost olduğunuzu, sizden onlara hayır
ulaşacağını ispat edebilirsiniz.
Ne ile ispat ederseniz edin; ama bunu ispat ettiğiniz anda, sizin onlara
sadece dostluğu, güzelliği, hayrı ulaştıran bir vasıta olduğunuzu onlara ispat
ettiğiniz anda, onların dostları safında yer alırsınız.
Onlara mutluluk ulaştıran bir vasıta olursunuz.
Allahû Tealâ “Selâmı aranızda yayın. Selâmda büyük hikmetler, nimetler
vardır.” demiyor mu?
Günümüz coğrafyasında, şehirlerde yaşayan insanlar apartmanlarda otururlar,
ama ne yazık ki bir selâmı vermeye erinirler, çok görürler. Daha da vahimi,
apartmanda oturanlar birbirilerini tanımazlar. Apartman girişinde yabancı gibi
birbirilerine bakarlar, başlarını eğer, geçerler. Siz onlara ne kadar kıymet
verirseniz, onlar da size o kadar kıymet verir.
Sohbetlerimizde bu tür konuları da konuştuğumuz oluyor; bazı kişiler
diyorlar ki, “ilk önce o selâm versin, ben de ona vereyim.” Biz de diyoruz ki,
“ilk önce sen selâm ver, ölmezsin ya…” diyoruz.
Aziz kardeşlerimiz;
Biraz kibirli insanlarız vesselâm.
Ancak ne ekerseniz onu biçersiniz.
Bütün güzelliklerin insanlar için olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Her şey o kadar güzel ki.
Her şey bu kadar güzel.
Her şey en güzel şekilde dizayn edilmiş.
İnanın, bizler bu güzellikleri kendi ellerimizle bozuyoruz, yok ediyoruz,
ondan sonra da üzülüyoruz.
Eğer bu güzellikleri göremiyorsanız bilin ki, insan nefsindeki afetler,
Allah’ın güzelliklerini görmeye mani olur. Güzelliği yaşamak, mutluluğu yaşamak
başkalarına nur akıtmakla alâkalıdır.
Kime mutluluğu dağıtıyorsanız, ona ışık tuttunuz demektir.
Ona nurlu yönünüzle davrandınız demektir.
Bunun manası, onun da size aynı nurla cevap vermesidir.
Öyleyse siz ona ışık ulaştırdınız. Aksi de olabilir. Siz onlara nefsinizle
davranırsınız, yani onlara nefsinizin karanlık tarafıyla bir davranış sergilersiniz,
onlardan da size geri dönecek olan şey o karanlığın aynısı olacaktır.
Karanlıklar, karanlıkları; nurlar nurları davet eder.
Öyleyse neden karanlıklar?
Nurlarla iç içe olmak varken, insanları mutlu etmek ve bu sebeple mutlu
olmak varken, neden insanları mutsuz ederek aynı sebeple siz de mutsuz
olasınız.
O zaman böyle bir şey onlardan daha fazla sizi mutsuz etmez mi?
Aziz kardeşlerimiz;
Mutluluk bütün insanlara yönelik olarak Allah’ın ihsan ettiği en büyük
boyutta gerçekleştirilebilir.
Öyleyse, neden mutluluğu, saadeti Allah’ın yardımıyla yaşamayalım, neden
dünyamızı karartalım? Bu dünyada bütün insanların, herkesin mutlu olmasına
yetecek olan her şey var.
Her şeyi sadece benim olsun temayülüyle kendimize mâl etmeye çalıştığımız
müddetçe hep mutsuzluğu yaşarız, başkalarını da mutsuz ederiz.
Ama ne zaman elimizdekini paylaşmak, o güzellikleri etrafımızdaki
insanların da yaşamasına imkân vermek mümkün olursa o zaman en çok biz mutlu
olmaz mıyız?
O zaman her şeyin en güzel olduğu bir dünyada yaşanır. Her şey en güzel bir
dizaynda gerçekleşir.
Biz başkalarının mutluluğuna vesile olurken aynı anda başkaları da bizim
mutluluğumuza vesile olmaz mı?
İşte Allah’ın kanunu böylesine güzel, böylesine muhteşem bir kanundur.
Ama şeytanın, kanuna itaat etmeyerek vücuda getirdiği asi davranış
biçimleri, bu kanunun paralize edilmesidir. Bu kanunun hiçe sayılmasıdır. Ve
cezasını da öderiz.
Kime mutsuzluk verecek olan yanlış bir davranışla davrandıysak, o
huzursuzluğu kendi dünyamızda da yaşarız.
Arkasından mutlaka ruhumuz nefsimize azap eder, bir defa daha huzursuzluğu
yaşatır.
Yetmez,
Öldüğümüz zaman kabirde bütün yaptıklarımızın karşılığını manevi azap
olarak bir defa daha yaşarız.
Öyleyse, huzursuzluk mu?
Bunun sebebi yaptığımız zulümler.
Ektiğiniz şey huzursuzluksa, biçtiğiniz şey de huzursuzluk olacaktır.
Öyleyse her davranışın tepki oluşturduğu bir tesir sahası mevcuttur. Bu
tesir sahasına göre insanlar değerlerini ortaya kaymaktadırlar. Eğer
kendilerine ulaşan şey, nefsin afetlerinden bir tanesi ise içlerinden, aynı
mutsuzluğu onu kendilerine ulaştırana iade etmek ister. Nefsin tabii afetleri
bunu icap ettirmez mi? Ettirir.
Etrafınızdaki insanlar da nefs sahibi olduklarına göre böyle davranmaları
eşyanın tabiatına uygun değil mi? Elbette uygun.
Peki, biz onlara karanlık yönümüzle davrandığımız zaman, onlardan bize geri
dönen şeyin aydınlık olacağını mı zannediyorsunuz? Onlar da bize karanlığı,
geceyi ulaştıracaklardır. Böylece biz çevremizdeki insanları karartan, onları
Allah’a yaklaştırmak şöyle dursun, Allah’tan uzaklaştıran bir vasıta oluruz
sadece.
Oysa ki hedefimiz ne olmalıydı?
Hedefimiz insanları mutlu etmek,
Hedefimiz insanları Allah’a yaklaştırmak,
Hedefimiz insanları karartmak değil, aydınlatmak olmalı. İşte bu vesileyle
onlardan gelen nur da daha iyi parlayacaktır.
Ne zaman biri size bir iyilik yapsa o zaman onu mutlu eden bir karşı
davranışta bulunsanız o kişiye nurla davranmış olursunuz. Ona bir nur
ulaştırmış olursunuz.
Ruhunuzun faziletlerinden, hasletlerinden biriyle davrandınız işte. Ama ne
zaman onlara onları kıracak olan bir davranışta bulunursanız, nefsinizin
afetlerinden birisiyle davrandınız, bir karanlık ulaştırdınız ona.
Gündüzü, onun gündüzünü gece yaptınız. Ondan farklı davranış
bekleyemezsiniz, o da size aynı karanlıkla cevap verecektir.
Böyle yaptığınız zaman ise, bunun sonu mutsuzluktur. Sadece onu karartmakla
kalmadınız, ona karanlık ulaştırmakla kalmadınız, ondan da size karanlığın geri
dönmesini sağladınız.
Aziz kardeşlerimiz;
Allah, nurların sahibi ve temsilcisidir.
Şeytan da zulmetin, karanlığın temsilcisidir.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın verdiği dizaynda onun hedefine bakın. Allah’ın
hedefi tüm karanlıkları nura çevirmektir. Allah her şeye kaadirdir. Allah’ın
hedefi geceyi gündüze çevirmektir.
Allah’ın yaptığı yegâne şey budur.
Neden Allahû Tealâ hayat verdiği her gezegen sisteminin merkezinde bir
güneş oluşturmuş? Geceyi gündüz yapmak için. Hayat oradadır.
Hayat güneştedir. Hayat nurdadır. Eğer onu karartırsanız, onun vebali sizin
omuzlarınızdadır. Bundan en çok etkilenen de yine siz olursunuz. Allah’ın
koyduğu kanuna bakın, güneş varolmuş, milyarlarca güneş sistemi, şu anda
kâinatın ayrı ayrı bölgelerinde hüküm ferma. Ve güneş bir defa
yaratıldıktan sonra, sona erene kadar milyarlarca sene hep nur akıtmaya devam
edecektir.
Öyleyse, birtakım insanlar neden karanlıktalar; çünkü onlar gölgede
olanlardır. İşte güneşin ışıklarını ulaştırabildiği yerden dünyanın dönmesi
sebebiyle uzakta kalan kesimler karanlığı, geceyi temsil ederler.
İşte bu dönmek nasıl güneşten karanlığa bir dönüşü ifade ediyorsa, sizin de
nefsinizle yaptığınız her davranış, ruhunuzla yapacağınız ve güneşi temsil eden
davranışınızın tam tersi olacaktır ve nurdan karanlıklara dönmüş olacaktır.
Ama hatırlayın, gece olan kesim sonra gündüz oluyor. İşte ne zaman size
başkası bir kötülük ulaştırır da sizi huzursuz ederse bundan etkilenmeyerek,
ona Allah’ın bir güzelliğiyle cevap verebilirseniz, o zaman karanlıkları tekrar
nura döndürdünüz demektir. Gecenin gündüz oluşunu temin ettiniz demektir.
İsterseniz güneşin ışığını yok edersiniz, nurunu yok edersiniz; gündüzünü
(başkasının) gece kılarsınız. Ama bunun neticesinde o karanlık davranışınız
sizi de karanlık bir davranışa hedef kılar.
Böylece sizin oluşturduğunuz karanlıklar, sizi de karanlıkta bırakır.
Dünya döndüğü için karanlıklar aydınlık, aydınlıklar karanlık oluyor. Siz
de döndüğünüz için karanlıkları aydınlık, aydınlıkları karanlık yapabilirsiniz.
Bu ise güzelden çirkine dönüştür, güneşten zulmete dönüştür. Allah’tan
şeytana dönüştür. Hem başkasına zulmedersiniz hem de oradan size zulüm döndüğü
anda iki defa huzursuzluk ve karanlığı yaşayacaksınız.
Şimdi cemaati oluşturan, topluluğu oluşturan süjelerin, insanların,
fertlerin her birinin başkalarına nuru değil de, zulmeti ulaştırdığı, herkesin
nefsiyle davrandığı karanlık çevrelerden oluşan, hep huzursuz ve sıkıntılı bir
görüntü arz eden insanların davranışlarına dikkatle bakın.
Onlara Allah’ın bütün güzelliklerini vererek, güneşin nurlarını almak ve
tekrar güneşe nur göndermek varken neden zulmet içinde yaşayasınız? Neden
karanlıklar size hakim olsun? Sizden neden çevrenize karanlıklar ulaşsın? Ve
çevrenizden size karanlık geri dönsün?
Ve bugün Türkiye’de, herkesin herkese karanlıklar ulaştırdığı, herkesin
herkesle anlaşmazlık içinde bulunduğu adliyelik dosyalar işleniyor. 15
milyondan fazla dava dosyasına sahip olan bir ülkede yaşıyoruz.
Her davada ortalama üç kişi varsa, ülkede 45 milyon davalı ve davacı var
demektir. Demek ki nüfusun dörtte üçü karanlığı yaşıyor.
Herkes başkasından negatif tepkiyi alıyor ve etrafındaki insanlara o negatif
tepkiyi ulaştırıyor. Bu eşyanın tabiatına uygun bir davranış.
Sıcak hava, sıcaklığını soğuk havaya verecektir ve soğuk havayı
ısıtacaktır.
Daima alış veriş söz konusudur.
Buzdolabına bir şey koyduğumuz zaman onu dolabın soğuttuğunu göreceksiniz.
Tencereye bir şey koyup onu kaynattığınız zaman onun ısındığını göreceksiniz.
Öyleyse her etki, karşı tarafta tepkisini gösteriyor. Bu etki-tepki sistemi
içerisinde insanlarda bunun ötesinde farklı bir değer yapısı var. Başkalarına
aynısını ödemek.
Yani herhangi bir alanda, karanlıkla karşılaşan bir insan, nefsani bir
davranışla karşılaşan bir insan, kendisine olan negatif davranışın aynını o
kişi için kullanmak arzusundadır.
O da ona, negatif istikamette bir davranışla karşılık verecektir ve böyle
bir davranış biçiminin topluma yayıldığını düşünün. Sabahtan akşama kadar
insanlar kimlerle karşılaşırlarsa, üzerlerindeki negatif birikimi onlara
boşaltmak isteyeceklerdir. Boşaltınca da karşı taraftaki negatif birikim
arttığı için o da boşalmanın yolunu arayacaktır. Ve belki o kişiye değil ama,
bir başka kişiye o negatif tepkiyi aktaracaktır. Böylece insanlar hep mutsuz
olacaklardır. Huzursuz olacaklardır ve davranış biçimleri daima insanları
sadece tedirgin edecektir.
Öyleyse herkes için aynı şey geçerlidir. Etkilenme ve bu etkinin tepkiye
dönüşmesi, tesir alanlarını birbirine karşı etkili hale getirir.
Ve karanlıklar, karanlıkları; nurlar, nurları davet eder.
İşte sahabenin başlangıç kesiti:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû
ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi
ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum
minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve
Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize
düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu ni’meti ile
artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz
da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki;
böylece hidayete eresiniz.
Karanlıkların karanlıkları davet ettiği, herkesin birbirinin can düşmanı
olduğu, her kabileden birtakım insanların başka kabileler tarafından
öldürüldüğü, tatbik ettiği kan davası yüzünden başka kabilelerdeki insanların
da o kabilenin insanları tarafından öldürüldüğü, herkesin birbirini öldürmek
üzere fırsat kolladığı bir ortam düşünün.
Böyle bir ortamda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e tâbî
olan sahabe, yavaş yavaş O’ndan karanlıklara da nurla cevap vermeyi öğrendiler.
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne
bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul
muflihûn(muflihûne).
Sizden, (insanları) hayra çağıran, ma’ruf (irfan) ile emreden,
kötülüklerden alıkoyan (nefslerindeki kötü afetlerden kurtulmalarına yardım
eden) bir ümmet (mürşidler) oluşsun. İşte onlar, MUFLİHUN (felâha erenler)un ta
kendileridir.
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil
ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene
ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul
fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. Ma’ruf ile
emreder, münkerden (kötülükten) alıkoyarsınız (nefslerindeki kötü afetlerden
kurtulmalarına yardım edersiniz). Allah’a îmân edersiniz. Eğer kitap ehli de
îmân etmiş olsaydı kendileri için elbette hayırlı olurdu. Onlardan mü’min
olanlar da var ama onların çoğu fasıklardır.
Onlar öyle bir cemaat oluşturdular ki, herkes birbirine nur ulaştırıyordu.
Öyle bir toplumu Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de ifade buyuruyor. Diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû
ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi
ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum
minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve
Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize
düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu ni’meti ile
artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz
da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki;
böylece hidayete eresiniz.
“Siz birbirinizin can düşmanıydınız. Sonra Allah, kalplerinizi telif etti
de (birleştirdi de) can dostu oldunuz.”
Aziz kardeşlerimiz;
Allahû Tealâ’nın söylediği davranış biçimine bakın, nereye ulaşacaksınız?
Diyor ki: “Onlar ki, Allah’a teslim olup da teslim olduklarını söyleyerek
insanları Allah’a çağırırlar. Onlardan daha güzel sözlü kim vardır?”
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan
ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen ve: “Muhakkak ki
ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
İşte bugünkü toplumun karanlık görüntüsü buradadır.
Biz insanları Allah’a çağırıyoruz.
Sizler de insanları Allah’a çağırın. Ancak din adamları cephesi, insanları
Allah’a çağıranlara mani olmaya çalışıyorlar ve diyorlar ki: “İnsan ruhunun
ölmeden evvel Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur. Sadece öldükten sonra insan
ruhu Allah’a ulaşır. Öyleyse onlar yalan söylüyorlar” diyorlar. Ve insanları
Allah’a ulaşmaktan saptırmaya çalışıyorlar ve böylece Allah’a çağırmanın
standartları zedeleniyor.
Böyle bir dizaynda Allah’a çağıranlar ne yapıyor?
Allahû Tealâ “Onlardan daha güzel sözlü kim vardır?” diyor.
Neden öyle?
Çünkü, onlar, Allah’a çağıranlar biliyorlar ki, insanlara böyle
davrandıkları zaman, onlardan bekledikleri cevap da aynı nurun geri dönmesidir.
Onlar da ona nurla cevap verirler. Allahû Tealâ bunun için şöyle devam
ediyor: “Hiç kötülükle iyilik bir olur mu? Nurla, zulmet aynı olur mu? Güzel
bir davranışla, kötü bir davranış bir olur mu?”
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’
billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun
hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en
güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir
dost gibi olur.
Aziz kardeşlerimiz;
Hep size yapılan kötülüğe iyilikle cevap verin.
Öyle yapın ki, düşman olan kişi size can dostu olsun.
Allah’ın reçetesini görüyorsunuz, ne kadar açık ve kesin bir ifade taşıyor.
Eğer biz insanlar kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi öğrenebilseydik, o
zaman sizden başkalarına ulaşan Allah’ın nurları karanlıkları örtecek ve onları
da nurlu hale getirecektir.
İnsanlar Allah için her güzelliği işleye işleye bütün güzelliklere
götürebilecek özelliklerin sahibi olurlar.
Nur kapılarını Allah açmış, şeytan da bütün karanlık kapılarını açmış ve
her ikisi de davet ediyor, seçim sizin.
Allah’ın nur kapılarından girmeniz demek, etrafınızdaki insanlara kendinizi
vakfetmek, onların mutluluğu için yaşamak, kendinizi onların saadetine,
mutluluğuna adamak demektir.
Böyle yaptığınız zaman onların mutluluk duyduğu her olayın arkasından aynı
saadeti, mutluluğu iki kat olarak siz de yaşarsınız.
Yetmez, onlarda karanlıklardan aydınlığa dönüşen bir davranış biçimi
sergilemek arzusunu uyandırırsınız. Hem de onlara ulaştırabildiğiniz her güzel
şeye dikkatle bakın ki, ona ulaşmak her zaman imkân dahilindedir. Böyle
yaptığınız zaman, Allahû Tealâ başkalarının davranışlarının şu kadarcık önemi
olmadığını size ispat etmiş olur.
Onlar size kötülükle davrandıkları zaman, o karanlıktan etkilenip onlara
yine karanlıkla cevap vermeniz söz konusu olabilir. Birincisinde karanlık
karanlığı davet etmiş ve bunu başarmış, ikincisinde karanlık karanlığı davet
etmiş ama misafiri nur olmuş.
O nur, onların kalplerinde mutlaka hakim olanlara tesir eder.
Sadece karanlıklardan oluşan bir topluluğu, 14 asır evvel Peygamber Efendimiz
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) mutluluğa ulaştırmayı başarmıştır.
Onlar bunu istediler, mutlu olmayı istediler. Allah’ın yanında en güzel
hedeflere ulaşmak istediler. Ve bunu başardılar.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi
lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler
(kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a
ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu),
ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar,
Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî
zikrin sahipleri).
Bütün insanlar için de söz konusu olan şey budur.
Bu hedefe, bu güzelliklere ulaşmak...
Öyleyse Allah’ın size gönderdiği nurların, sizlerin eliyle başka kimselere
ulaşması hedefiniz olmalıdır.
Ne zaman bunu yapmayı dilerseniz, ondan size nurların hiç bitmeksizin
devamlı ulaşacağını göreceksiniz .
Kainatın bitmez tükenmez nur hazinelerinin sahibisiniz. Ne kadar geniş
açılı olarak bunu başkalarına aktarırsanız, aynı geniş açıdan Allahû Tealâ da
nurları ulaştırmaya devam edecektir.
Ve siz insanlara nurları ulaştıran bir vasıta olmanın huzurunu ve
mutluluğunu yaşayacaksınız. O zaman eski günlerinizi hatırlayacaksınız. O cahil
döneminizde size ulaştırılan negatif davranışları siz de aynı davranışlarla
başkalarına ulaştırdığınızı hatırlayacaksınız ve aradan geçen senelere “ah”
diyeceksiniz. “Ben daha evvelden buna başlasaymışım, başka insanlar benim için
mutluluk vasıtası olacaklardı. Keşke öyle yapsaydım” diyeceksiniz.
Gerçekten bütün insanlar, başkaları için potansiyel bir mutluluk
vasıtasıdır. Onlar o kişiyi, kendilerinin ve o kişinin mutluluğu istikametinde
gerekli bir sebep olarak görürlerse, mutluluk oluşur .
Bunun aksi de mümkün olabilir.
Herkes başkalarının karanlıklarını artıran, karanlık diyarına yeni
karanlıklar katan bir görüntünün de sahibi olabilir.
Kim, karanlığını aynaya verirse, aynadan da kendisine karanlık döner.
Kim de, nurunu ulaştırırsa aynadan da kendisine nur döner.
Sizler öyle bir ayna olun ki, bu aynaya karanlıklar akıtıldığında sizden
oraya nur aksetsin ve bu aynaya nurlar ulaştığı zaman sizden de onlara nur
ulaşsın .
İşte Allah O’dur ki, daima nur ulaştırır. Her zaman ulaştırmaya hazırdır.
Aziz kardeşlerimiz;
İnsanlar Allahû Tealâ’ya kızmışlar, O’na karşı kâfir olmuşlar, küfran-ı
nimet etmişler. Allahû Tealâ bunlarla ilgilenmez. O insanların problemidir.
Allahû Tealâ’ya karşı bir karanlık ulaştırmak söz konusu olamaz.
Allahû Tealâ, onların kalplerine nur ulaştırmak istemesine rağmen, insanlar
kapıyı kapattıkları için bu mümkün olmaz.
Bütün insanların kalplerinde iki tane kapı vardır. Birisi nur kapısı,
diğeri zulmani kapıdır .
Zulmani kapıyla, yani şeytanın nefsimizin kalbine karanlıkları ulaştırdığı
kapıyla, Allah’ın nur kapısı birbirinden çok farklı iki konum içerir.
Allah’ın nur kapısı üzerinde bir mühür vardır. Bizler o mührü açmaya talip
olmadıkça o mühür açılmaz. Kalbinizden içeri Allah’ın nurları dolmaz. Mutluluğa
ulaşamazsınız .
Ama şeytanın kapısında hiçbir mühür yok. Siz isteseniz de istemeseniz de,
Allah’ın nurlarını celp edecek olan yolları gerçekleştirmediğiniz zaman,
nefsinizin kalbine şeytan devamlı karanlıklarını gönderir. Göndermekle de
kalmaz, onları nefsinizin kalbinden içeri mütemadiyen akıtır. Her geçen gün
biraz daha karanlık bir kalbin sahibi olursunuz; aydınlanma konusunda gayretin
sahibi olmadığınız sürece.
Dikkat edin… Kapılardan birisi açıksa ikincisi mutlaka kapalıdır.
Başlangıçta mı?
Nefsinizin kalbindeki nur kapısı hep kapalıdır. Siz onu açmayı öğrendiğiniz
ve bunu gerçekleştirdiğiniz güne kadar.
O gün kalben Allah’a ulaşmayı dilediğiniz gündür.
29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve
huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o
taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu
mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
O süreç içerisinde siz, şeytandan nefsinizin kalbine devamlı karanlıklar
ulaştıran bir insansınız. Tabiatıyla nefsinizin kalbi sadece karanlıklardan
oluştuğu için, çoğu zaman etrafınızdaki bütün insanlara da karanlık ulaştıran
bir özelliğin sahibisiniz.
Öyleyse bu güzelliği ait olduğu yere ulaştırın. Karanlıklar yerine,
aydınlıkları ulaştıran bir insan olun. Allah dostu olun.
Nefsinizin kalbi tamamen nurlarla dolmasa bile, iradenizi kullanarak
yapacağınız davranışlarınız, sadece nurları başkalarına akıtmaya yönelik olsun.
Siz ne kadar nur akıtmayı dilerseniz, nefsinizin karanlığına rağmen, Allahû
Tealâ size o nurları ulaştıracaktır. Yani davranış biçiminizde
etrafınızdakileri mutlu eden, onlara nur ulaştıran bir muhteva seçerseniz, o
zaman, ancak o zaman hepiniz için o insanları mutlu etmek söz konusudur.
Nefsinizdeki karanlıklara rağmen, Allahû Tealâ size o güzellikleri ihsan
edecektir.
Öyleyse hepimiz için söz konusu olan, mutluluğu yaşamaktır.
Siz başkalarına ışık ulaştırdığınız sürece bir güneşsiniz.
Onların mutluluğuyla, onlardan gelecek olan nurlarla devamlı beslenen bir
güneş. Nurunuz arttıkça, başkalarına daha çok nur ulaştırabilirsiniz.
Ve başkalarından daha çok sevgili olursunuz.
Etrafınızdaki her insanın size nur ulaştıran bir özelliğe sahip olması bu
standartlar altında mümkün ve geçerlidir.
Bütün güzellikler sizin gayretinizle gerçekleşir.
Öyleyse, siz güzelliğe talip olun, siz nura talip olun, siz mutluluğa talip
olun, siz tıpkı sahabe gibi olun; insanlara mutluluk dağıtın, onlardan mutluluk
toplayacaksınız .
Siz onların kat kat fazlası mutluluğu yaşayacaksınız.
Aziz kardeşlerimiz;
Yapmanız gereken şey şudur: Sadece kalben Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz
ve Rabbinize kaâlû belâ günü vermiş olduğunuz sözleri yerine getireceksiniz.
Sizin için tayin edilmiş olan mürşidinizi Hacet Namazı’nı kılarak Allah’tan
sorarak öğrenecek ve O’na biat edeceksiniz. “Gerisini Ben hallederim” diyor
Allahû Tealâ, “Bana bırakın” diyor.
Aziz kardeşlerimiz;
Hepinizin sonsuz bir cennet ve dünya saadetine, mutluluğuna ulaşmasını Yüce
Rabbimizden dileyerek bu sohbetimizi de inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Sizleri çok ama pek çok seviyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
Allah razı olsun.
Yaşar Coşkun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)